Ebeveyn, aslında yabancı bir kökene dayanan, ülkemizde de anne ve babadan oluşan aileye verilen ortak addır.
Bağımlılık ise, bir şeye ya da birisine karşı duyulan aşırı zaaf veya ilgidir diyebiliriz.
Bu her iki kavramında birbiriyle ilgisi vardır. Yani çocuk ile aile (anne-baba) arasında ki ilişkilerin varlığı ve bazen de dayanılmazlığıdır. Günümüzde bu ilişki ağı o kadar aşırı ve o kadar acımasız ki bununla birçok insanın canı yanmaktadır. Günümüzde çocuklar öyle bir biçimde yetiştiriliyorlar ki artık anne ya da babanın dışında kimseyi dinlemez ve kimseden talimat almaz duruma gelmişlerdir. Çocuk için özellikle anne daha bir özel ve daha bir güven kaynağıdır. Babanın rolü biraz daha aza inmektedir. Çünkü babalar genellikle çalışma ortamlarında olduklarından, asıl rolü anneler üstlenmektedirler. Hatta günümüzde çalışan anneler, çocuklarını kimseye emanet etmemek ve onları kendince daha güvenli ve sağlıklı yetiştirmek düşüncesiyle işlerini dahi bırakmaktadırlar. Hatta bazı babalar bile bu amaçla işlerine ara vermekte ya da Home Office (evden çalışma) yöntemlerini seçmektedirler. Bu durumlar bize göstermektedir ki, toplumumuzda aşırı bir aile bağımlılığı geleneği yaygınlaşmakta ve yetiştirilmeye çalışılan aile bireyleri, daha doğumdan itibaren aşırı bağımlılık üzerine inşa edilmektedir.
Bağımlıkla, aşırı sahiplenme duygusunun gelişmiş olması, çocuğun da annesiz bir hiç olduğu duygusunun gelişmesine olanak sağlamaktadır. Hatta ve hatta bu sahiplenmeyle öyle duygusallıklar gelişir ki, iş bazen de tamamen maddi unsurların ağırlık kazanmasına dönüşür. Anne ya da baba bağımlılığı, çocuğunun sürekli bir kazanma, sürekli bir başarı elde etme duygularının önünü açmaktadır. Anne çocuğunu asla kimseyle paylaşmamaya, kimsenin çocuğa aşırı yakınlaşmasına asla izin vermez. Bu biçimde yetişen bir çocuk ta doğal olarak anne dışında kimseye güven duymaz. Kimseyle iletişim kurmaz. Kimseden komut almaz. Bu tür çocukların okul dönemleri de pek başarılı geçmez. Çünkü kendini aileye adamış olmanın verdiği rahatlıkla ve sadece anneden ya da babadan komut almayı öğrenmiş olduğundan öğretmenle ve diğer okul çalışanlarıyla da sorunlar yaşamaya başlarlar. Doğaldır ki bu sorunlar da başarıyı olumsuz etkilemektedir.
Başka birçok örnekler vermemiz de mümkündür. Örneğin, beş altı yaşına kadar anneyle-babayla aynı yatağı paylaşmış bir çocuğu okul ortamına adapte edebilmek oldukça zor durumdur. Arkadaşı olmayan, anne-baba dışında herhangi bir bireyle ortak yaşamı paylaşmamış bir çocuğun kimseye karşı bir yaklaşımı olamayacağını gözlemlemekteyiz. Her teneffüs anne diye ağlayan, anne ya da babasının okul bahçesinde nöbet tutmasını isteyen bir bireyin ileri de büyüyüp yetişkin olduğunda yaşayacağı sarsıntıyı düşünmek bile istemiyorum. Aslında sorun, yetişen bireyin değil, yetiştiren bireylerin sorunudur diye tanımlamanın daha doğru olacağını söylemek gerekir. Çünkü çocuk ne olduğunun farkında bile olmadan kendini bir kalıbın içinde bulmuştur. O kalıbında ileride kendisine ne getireceğinin farkında bile değildir. Toplumda öyle örnekler görüyoruz ki, anne ya da baba çocuğu evinden alıyor, okula getiriyor. Okul bahçesine girene kadar onlarca öpücük, sarılma, sarmaş dolaş olmalar… Sanki askere uğurlama var. Sanki başka bir ile okumaya uğurluyor. Ya da herhangi bir işe girmiş bir kimseye aylarca göremeyeceğinden veda ediyor… Yani sonuçta çocuğun gittiği yer belki de toplumun en güvenli ortam olarak kabul ettiği okul ortamıdır. O öğretmenler ki ayrı bir aşırı sahiplenme duygusuyla hareket ederler ve o çocukları kendi çocuklarıymış gibi korur ve kabullenirler. Bırakın da çocuk artık farklı bir dünyasının olduğunun da farkına varsın. Bırakın da hayatında sadece anne ya da babasının dışında da bir yaşamının olduğunun farkına varsın. Ama nerde? Her an çocuğun hayatının içinde, okulda, evde, yolda, parkta her yerde. İşte bu yüzden de çocuk, tam bağımlı bir varlık olarak yetişmekte. Hadi çocukluk dönemleri belki bu durum için normal sayılır denebilir ama bu çocukların yıllar sonra yetişkin olduklarında nasıl bir bağımlılık duygusu içerisinde olacaklarını düşünmek bile insanı içinden çıkılmaz bir yere atmıştır diyebiliriz.
Şimdi ailelere verebileceğimiz mesaj şu olmalıdır. Sevgili anne babalar, lütfen çocuklarınızı ileride hem sizlere hem de kendilerine zarar verebilecek bir boyuta sürüklemeden, kendinize aşırı bağlamadan yetiştiriniz. Aşırı bağımlılık duygusu, çocuklarda psikolojik incinmelere, içinden çıkılamaz durumlara yol açmaktadır. Bu psikolojiyle yetişen çocukların ileride ne sizi ne de en yakınlarındaki insanları mutlu etmeyeceği açıktır. Bırakın çocuklar kendi öz duygularıyla yetişsinler. Çevreyi, insanları, arkadaşlarını ve yaşayacakları ortamları tanıyarak yetişsinler. Doğru ve sağlıklı yetişsinler ki, çevreye duyarlı, insanlara hoş görülü ve topluma yararlı bireyler olarak ortaya çıksınlar. Yanlış tavırlar, her şeyi ters düz eder, yaşamı çekilmez kılarlar.
Yaşar GELER