Gurbet, insanın doğup büyüdüğü, aile ocağının bulunduğu yerden uzak yer, yabancı yer. Sanırım sözlük anlamından başlayarak gurbet ve gurbettekileri anlatmak en doğru yolsa gerek. Şu anda ülkemizde yaşayan insanların sanırım yüzde altmış kadarı bu kavramla iç içe yaşıyor. Hatta bu kavramla değil, bu GURBET gerçeğiyle yaşıyor. Köylerin ya da daha doğru tabirle kırsalın, yerinde yerleşik olan nüfusunun en az beş katı kadarı kentlerde yerleşik durumdadır. İşte buradan yola çıkarsak, gurbet sözcüğü daha da bir anlam kazanmaktadır. Gurbet’in anlam kazanmış olduğuna dair birçok şarkı sözü ve makale vs. görmekteyiz. Bence en anlamlısı da aşağıdaki dizelerde geçen sözler olsa gerek. Şair yaşadığı ortamı o kadar güzel anlatmış ki, ben de bir an kendimi o şarkının içinde buldum.
Gurbet içimde bir ok
Her şey bana yabancı
Hayat öyle bir han ki
Acı içimde hancı
Sevmek korkulu rüya
Yalnızlık büyük acı
Hangi kapıyı çalsam
Karşımda buruk acı
Yıllar yılı gönlümde
Bir gün sabah olmadı
Bu ne bitmez çileymiş
Neden hala dolmadı
Evet, Gurbet içimize bir ok gibi saplanmış, koskocaman şehirde her şey, herkese yabancı olmuş, gurbet hayatı bizim hanımız, acıları da hancımız olmuş. Dertlerden, hayat mücadelesinden kimsenin sevmeye bile takati kalmamış, insanlar yabancı ve yapayalnız kalmışlar. Aslında çalacak kapı bile bulabilmek zor ki, çalınan kapıların arkasında da buruk ve acılı hikâyeler karşımıza dikiliveriyor.
Gurbetin etkisi o kadar içimize işlemiş ki, doğduğumuz yerlere o kadar hasret kalmışız ki, şairin de dediği gibi kaç yıl geçerse geçsin, bir gün sabaha uyanamamışız. Ve son durum şu ki, çekilen çilelerin bitmeyişini düşünmek, vaktin hala dolmadığını ve nereye kadar uzanacağını bilmeden yaşamak bile ayrı bir çile olsa gerek. Sözün özü şu ki, nereden bakarsan bak, ne yaparsan yap, nasıl yaşarsan yaşa, gurbet bir çileden ve bir özlemden başka bir şey değildir.
Düşünün bir kere, herhangi bir insan yerinden, yurdundan olmuş, bir lokma ekmeğin ardından doğduğu, büyüdüğü yerlerden kopup, çıkıp gelmiş kentlere… Kimi bir şekilde yaşamını sürdürebilmek için iş güç bulmuş, mutlu bir şekilde yaşamını sürdürüyor olmuş, kimi de şehrin zar zor koşullarında acı, elem ve kedere boğulmuş zoraki bir yaşamı sürdürebilmenin derdine düşmüştür. Ancak, bu zor koşullarda yaşayan insan grubu kentte yaşayan gurbetçilerin de önemli bir bölümünü oluşturmaktadırlar. Zaten bu hikâyeye asıl konu olan da bu zor koşullarda yaşamını sürdüren insan kitlesi olacaktır.
Anadolu için en büyük gurbet merkezi İstanbul’dur. Geçimini sağlamak, ailesine farklı ekonomik katkılarda bulunmak üzere köyünden kalkıp gelir insanlarımız İstanbul’a. İstanbul’da da hangi semtte daha önce bir köylüsü ya da tanıdığı varsa onun yakınına yerleşirler. Aylarca çalışıp durur ve köyündeki aile fertlerine yardımda bulunurlar. Sonra da işten ayrılır köyünün yolunu tutarlar. Bunlar geçici gurbetçiler. Bir kısmı da köyünden gelir, daha güvenli bir işe girer ve işini garantiledikten sonra da zaman içerisinde tüm ailesini kente taşırlar. Bunlara da sabit gurbetçiler diyebiliriz. İşte bu sabit gurbetçiler sayesinde de kentlerin nüfusu milyonları aşar. Mesela İstanbul’un nüfusu bu hareketle on beş milyonu aşmıştır. Zaten neredeyse kentlerde yerli nüfus diye bir kitle kalmamıştır. Kent nüfusunun yüzde doksanına yakını Anadolu insanıdır. Yerel yönetimlere bakacak olursak hemen hemen hepsi gurbetçi diye tanımladığımız ama asıl kent yerlisi görünümünde olan Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelip kente yerleşmiş insanlardan oluşmaktadır. Her yörenin insanı kendi varlığını kanıtlama uğruma çok derin mücadeleler vermektedir.
Verilen mücadelelerin ana insan kaynağı da STK dediğimiz özellikle yöre dernekçiliği üzerinden ileriye çıkarılan insanlardır. İşte tam da burada gurbetçilik başlar. Bu gurbetçilik öyle böyle değildir. Etkili ve nitelikli bir yapıdır. Bu yapının özelliği, kentlerde kümeleşen insan gruplarının dernekler çatısı altında toplanmış olmasıdır. Derneklerin oluşumu da yine liderler sayesinde gerçekleşir. Her grubun mutlak bir lideri olur. Biraz akıllı, biraz eğitimli, biraz da mücadeleyi seven insanlar çevresindeki insanların bir araya gelmelerini ve örgütsel bir yapı oluşumunu ortaya çıkarırlar. Sonrasında zaten şehrin yalnızlığında kaybolmaya yüz tutmuş bireyler kendilerini önemli hissetmeye başlar ve örgütlü yapılar içerisinde yerlerini alırlar. Hatta bu örgütsel yapılar zamanla öyle bir hal alır ki, kendi aralarında bile kıyasıya bir rekabet ve mücadeleye bile girişirler. Şimdiler de bu örgütlü yapılar öyle bir güç kazanmış ve öyle bir strateji geliştirmişlerdir ki, yerel ve kurumsal yapılar üzerinde etkilerini göstermeye başlamış ve yönetimlere talip olma cüret ve cesaretini bile göstermektedirler.
Kendi yaşamımdan örneklemem gerekirse, 1988 yılından beri İstanbul gibi bir büyük kentte gurbetçiyim. Benim gibi yüzbinlerce hemşerim de bu büyük kentte gurbetçidir. Ben ailemle birlikte İstanbul’a yerleşmeye karar verdiğimde, malum çalışıyor olmamdan kaynaklı tayin yaptırabilmek için bile bir sürü rica minnet etmek zorunda kaldım. Ben ve benim gibilerin derdi büyük kente yerleşerek yetiştirmeye çalıştığımız çocuklarımıza güvenli ve düzenli bir gelecek sağlamak arzusuydu. Çünkü doğduğumuz ve yaşadığımız yer ne ileri düzeyde bir eğitim almaya ne de eğitim alsan bile iş olanağı yaratmaya uygun koşulları olmayan bir Anadolu kentiydi. İnsanlar kendi yaşadıkları zorlukları çocukları yaşamasın diye, kalkıp düşerler gurbet yollarına. Ne yazık ki aynı kaderi bizlerde bu şekilde paylaşmak zorunda kaldık.
Ailemle İstanbul’a yerleşmek için en yakınımız olan ve daha önce kentte yerleşik olan akrabalarımızın ya da tanıdıklarımızın yakınına yerleştik. Zaten bu bir gurbet zinciri ve bizlerde bu gurbet zincirinin halkalarını oluşturmaktayız. Sonra zincir uzayıp gitti ve çok büyük bir nüfusa sahip olduk gurbette. O halde artık örgütlenme zamanı da gelmişti. Hemen örgütlenme modelleri incelendi ve dernekçilik konusunda karar kılındı. Derken derneğimiz hazır bir yapı olarak karşımızda duruyordu. Ardından toparlanma ve üye edinme çalışmaları hızla başlamış ve gurbetçi insanların da bir örgütü olmuştu. Bu örgütler sayesinde kentin yalnızlığında kaybolmaya yüz tutmuş bireyler artık toparlanmaya başlamış, önce kendi köyü, ilçesi, ili derken çevrelerini de genişletmeye başlamışlardır. Bu da zamanla yetersiz kalmış ve diğer yörelere ait derneklerle ilişkilerini geliştirmeye başlamışlardır. Hem kendi kültürlerini yaşamaya ve yaşatmaya çalışırlarken bir yandan da diğer yörelerin kültürlerini tanıyorlar.
Bu gurbetçilik olayı öyle farklı bir duygu ki, uzun zaman kendi doğduğun topraklara gitmeye kalkarsın, hatta gidersin ama o da ne? Bir de bakmışsın ki, kendi memleketinde bile artık gurbetçisin. Kendi köyünün insanları bile artık sana farklı bakmaya ve farklı davranmaya çalışırlar. Hatta daha ileri gideyim; oradaki insanlar senin gurbetçiliğinden bile rahatsız olurlar. Zaman zaman duyumlarımıza göre; ‘’nereden çıktı bunlar, ne işleri var burada’’ gibi serzenişlerde bulunulduğuna bile tanık olunmaya başlandı. Oysa bilmezler ki, o insanlar gurbette iken doğdukları yerlere ne kadar özlem duyuyorlar. Ne kadar acı çekiyorlar. Hatta o insanların aslında oraya da çok büyük katkıları olmaktadır. Hem ekonomik hem de sosyal katkıları yadsınamaz. Ancak ön yargılı sabit halk kitlesi bunu anlamaz bile. Hatta Anlamamak değil de anlamak istemezler. Çünkü aslında gurbetçi yakınlarının varlığından rahatsızdırlar. Bir an önce bu gurbetçi kitleden kurtulma arzusundadırlar. Oysaki yaz ve kış festivallerini şenlendiren, ticaret hacmini genişleten, kente ve köyüne en çok yerli dövizi bırakan yine o kurtulmak istedikleri gurbetçilerdir.
Aslında yerleşik insan kitlesinin bu bakış açısını da yadsımamak gerek. Çünkü Anadolu’da yaşayan insanların kendilerince kurdukları bir yaşam tarzı var. Bu yaşam tarzı kentte yaşayan insanların yaşam tarzıyla pekte uyuşmaz. Uyku düzenleri farklıdır. İş düzenleri ve alanları farklıdır. Zaman ayarlamaları tamamen farklıdır. Bu anlamda düşünecek olursak, gerçekten zor bir hayatın yaşandığını görebilirsiniz. Zor Anadolu yaşamıyla kolay kent yaşamını bağdaştırmak kolay olmasa gerek. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; gurbetçi dediğimiz kitle hem doğduğu yerde gurbetçi, hem de doyduğu yerde gurbetçi. Zor yanları olsa da Gurbetçilik güzel bir duygu gibi duruyor karşımızda.
Yaşar GELER