Günümüzün en popüler kavramlarından birisidir ’’Sosyal sorumluluk’’ kavramı. Neredeyse her yerde hemen her gün veya her an bu kavramla karşılaşıyoruz. Özellikle de sınırlı olanaklara sahip ya da olanağı hiç olmayan insanlar için daha da geçerli bir kavram. Doğaldır ki, konuyu anlatabilmek için kavramların özünü açmak ve açıklamak gerekmektedir.
Sosyal sorumluluk, etik çerçevede bir kuruluşun ya da bir bireyin kendi çıkarlarının olduğu kadar toplumun genel çıkarlarının yararına da olması anlamına gelir. Ayrıca, Sosyal sorumluluk, her bireyin ekonomilerle ve ekosistemler arasında bir denge oluşturmak amacıyla yerine getirdiği bir görevdir diyebiliriz. Sosyal sorumluluk, bireylerin toplumsal konularda bilgi-beceri, deneyim ve kaynaklarını topluma geri vermeyi hedeflemektedir.
Sosyal sorumluluk, kişisel olduğu gibi kurumsal olarak da yapılmaktadır. Ayrıca, Sosyal sorumluluk hemen her yaş grubundan, her insan için geçerlidir. Kurumsal ölçekte de işletmelerin büyüklük ve küçüklüklerine göre değişken özellikler göstermektedir.
Sosyal sorumluluğu böyle açıkladıktan sonra, şimdi de ters açıdan bakarak Sosyal sorumsuzluk üzerinde duralım. Sosyal sorumluluk her ne kadar etkili olsa da sosyal sorumsuzluk ta bir o kadar etkili olmaktadır. Kişilerin sosyal sorumsuzlukları olduğu gibi kurumların da sosyal sorumsuzluğu görülmektedir. Senin karnın tokken yakınındaki komşun açsa bu bir sosyal sorumluluk gerektirir ve onun açlığını gidermen gerekiyor. Şayet olanakların elverdiği halde bunu yapmıyorsan sosyal sorumsuzluk yapıyorsun demektir. Aslında sosyal sorumluluğun insani boyutu da vardır. İnsani duygular taşıyamayan bireyler sosyal sorumluluk sahibi de olamıyorlar. Geçen günlerde bir metro aracına bindim. Yüzlerce kişi üst üste, iç içe yolculuk ediyorlar. Vagonda bulunan yolculardan yaşlılar var, hastalar var, çocuklu bayanlar var, hamileler var. Hatta orta yaş insanlar, gençler, kadınlar ve erkekler var. Koltuklara bakıyorsunuz oturanlar 15 ila 40 yaş aralığında. Ayaktaki insanlar ise, yaşlılar, kadınlar, hastalar, yaşlılar. Hani iş günü, iş saati ya da okul zamanı olsa bir nebze de olsa anlayabilirim. Ama bunlardan hiç birisi değil. İşte bu bir sosyal sorumluluk gerektirmiyor mu? Sosyal sorumluluktan geçin insanlığın da gereği değil mi o insanlara yer vermek, koltuk açmak. Ya da elinden tutarak metroya bindirmek ve indirmek. İşte Sosyal sorumsuzluğun en bariz bir örneği bu değil mi? Bu örnekleri gördükçe geçmişe daha çok özlem duyuyoruz. Çünkü geçmişte böyle değildi. Büyük-küçük, genç-yaşlı- hasta-sağlıklı, kadın-erkek ilişkileri saygıdeğerdi, Hoşgörü ve insaniyet egemendi.
İnsanlar, kişisel olarak bu ve buna benzer konularda kendi kişisel çıkarlarını düşündüklerinde bir de empati yaparak yani kendini karşısındakinin yerine koyarak onun çıkarlarını da düşünmek zorunda olmalıdırlar. Bu hem bir insani duruş hem de sosyal rahatlama sağlamış olacaktır. Ancak, güncel hayatta görüyoruz ki, toplumumuz yozlaşmış, insanlar kendilerinden başkasını düşünmez olmuşlar. Hep ben olayım, ben varsam her şey var, ben yoksam hiçbir şey olmasın mantığı egemen olmuş.
Sonra, özellikle ihtiyaç sahibi olan kurumlar hep olanakları yüksek yerlerden, kurumlardan bir beklenti içerisine girerler. Örneğin kısıtlı olanakları olan belediyeler olanakları geniş olan belediyelerden hep yardımlar alırlar. Bu durum gerçekten çok mükemmel bir dayanışma örneği olarak görülmektedir. Ancak ne yazık ki bu durum sadece aynı siyasi görüşe sahip belediyeler arasında geçerli olmaktadır. Oysa sosyal sorumluluk öyle bir ilişki olmalı ki, siyasetine bakılmaksızın gösterilebilmeli ve uygulanabilmeli. Örneğin, düşünün ki farklı bir siyasi düşünceden bir belediye var ve başka dayanışacağı başka bir belediye de yok. Ama yardımlaşmaya ihtiyacı da var. O kısıtlı olanağı olan belediye sınırları içerisinde yaşayan vatandaşların günahı ne? Kimden destek alacak? Kim yardım edecek te onlar da rahat etsin? Ne yazık ki bu soruların yanıtı yok. Çünkü bu sırada sosyal sorumsuzluk devreye giriyor ve işler geriye gidiyor. Ne bölge gelişiyor ne de insanlar mutlu oluyor. Sanki o yerde yaşayan insanlar bu ülkenin vatandaşları değiller. Sanki o insanlar bu ülkeye vergi vermiyorlar.
Sosyal sorumluluğun en bariz yaşandığı yerlerden birisi de okullardır. Özellikle kırsalda yaşayan çocukların ihtiyaçlarının giderilmesinde, onlara her türlü yardımın gönderilmesinde, hem olanağı olan okullara hem de STK dediğimiz kuruluşlara görev düşmektedir. Yaşadığım ve gözlemleyebildiğim kadarıyla gerçekten çok sorumlu davrananlar kişi ve kuruluşlar var. Ama ondan fazla da vurdumduymaz ve sorumsuzca davrananlar var. İşte bu son söylediğim cümlenin özet sonucu Sosyal sorumsuzluğu en iyi şekilde açıklamaktadır.
Diliyorum ve umuyorum ki, geleceğimizin teminatı olarak gördüğümüz çocuklarımız ve gençlerimiz, çok geçmeden bu sosyal sorumluluk kavramının farkına varırlar da bizleri, beynimizdeki o olumsuz duygulardan arındırırlar. Mutlu, sağlıklı ve umutlu bir gelecek dileğiyle…
Yaşar GELER